Tecrübesi, teşhis ve tedavileri kadar kendine has üslubuyla da tanınan Dr. Zihni, ailesini, çocukluğunu, eğitim ve meslek hayatını anlattı, birçok kişinin hemfikir olduğu sert mizacı hakkında da bir şeyler söyledi.
“Babam da otoriter bir adamdı, ona benzerim. Yaşın, 61 yıllık doktorluğun verdiği yorgunluk da var... Randevuya saatine gelmeyenlere, hasta muayene ederken konuşan refakatçilere ve doktor doktor gezenlere kızarım… Otoritem, şahsımın, mesleğimin kesinliğini hastalara peşinen kabul ettirmek içindir. Beni bilenler üslubumu sert bulmayabilir ama yeni tanıyanlara kırıcı gelebilirim.” dedi.
Önce reddettiği sonra da “Yarım saatimi ayırırım” dediği röportaj iki saat sürdü. “Sabaha kadar konuşsak bitmez bu hikayeler…” dedi ki o hikayelerin çoğunda savaşın izleri de var.
Pratisyen hekimken nöbetçi olduğu Lefkoşa Genel Hastanesi’ne gelen Başpiskopos Makarios, yemekten zehirlenen genç papazları muayene etmesi için onu zırhlı bir araçla EOKA’nın üssü gibi kullanılan manastıra götürdü, hastaları karanlıkta el feneriyle muayene etti.
Yaralı tedavi etmek için bir köye giderek aracı Rumlar tarafından durduruldu. ‘Dönüşte bize teslim edin’ deseler de BM askerleri Dr. Zihni’yi korumak için yolunu değiştirdi.
Yine hastanede nöbet tuttuğu bir akşam Şehit Cengiz Topel’in naaşını Birleşmiş Milletler askerlerinden teslim aldı…
Güzel günlerden ve hayatındaki önemli insanlardan söz ederken de o kelimeyi kullandı hep; “Kral”…. “Kral gibi insan”, “Kral gibi yaşamak…”
- “Babam da annem de kök Lefkoşalıydı”
Dr. Zihni Uzman, Hasan Fahri ile Seniha Hanım’ın 4’üncü çocuğu olarak 1937’de Lefkoşa’da dünyaya geldi.
“Babam da annem de kök Lefkoşalıydı…” dedi.
“Babam Sarayönü’nde tüccarlık yapan, milliyetçi, sosyal, kültürlü ve otoriter bir adamdı. Varlıklı bir aileydiler. Eski Türkçe ve İngilizce de bilen Kıbrıs Türk İslam Lisesi’nin ilk mezunlarındandı. Siyasetin de içindeydi. Dr. Küçük’ün partisinin ikinci adamı, Halkın Sesi Gazetesi’nde köşe yazarıydı. Vakıflarla ilgili çok yazılar yazdı. Sık sık Türkiye’ye giderdi. İsmet İnönü’yle fotoğrafları da var.
Annem, kibar, uysal ve güzel bir kadındı. Victoria Kız Lisesi’nden mezun olunca ilkokul öğretmeni oldu. Arpalık’ta görevliyken babamla evlendi ve öğretmenliği bıraktı.
İlk çocukları Yusuf 2,5 -3 yaşlarındayken dolaptaki Sülfat haplarını içerek öldü. Bu ilaç sıtma tedavisinde kullanılan güçlü bir ilaçtı, o zaman da sıtma salgını vardı. Zor doğum yüzünden bir kardeşimizde zeka geriliği oldu. Onun da adını Yusuf koymuşlardı. ‘Babamın adını koydum bir oğlum öldü, diğeri de böyle oldu’ diye isyan eder, üzülürdü babam.’”
Annesinin, okumuş, kültürlü bir kadın olmasına rağmen sosyal hayata karışmadığını söyleyen Dr. Zihni, “O kadar çocuğun içinde silik, boğulmuş gitti anacağım… Babam üzerine titrerdi ama dominanttı. O yüzden de kendini göstermedi” dedi.
-“Kral halalar…”
“Kraldılar” dediği halaları Rasiha ve Bahire hanımın da Dr. Zihni’nin hayatında önemli bir yeri vardı.
“Gayet varlıklı, sosyal ve milliyetçiydiler. Hizmetçileri bize de gelir, anneme yardım eder, yıkar, ütüler bizi giydirdi… İkisinin de çocuğu olmamıştı. Ülkü abimi Rasiha halam büyüttü. Miraslarını önce babama, sonra da bize bıraktılar…”
İlkokulu, Yenicami ve Haydarpaşa ilkokullarında okuyan Dr. Zihni, çalışkan ama yaramaz bir çocuk. “Elaman çektiler elimden” demesine neden olan hatıralarında duvarlara tırmanmalar, Rumlarla, Ermenilerle yaptığı futbol maçlarındaki kavga, dövüşler var.
“Evdekileri de ilişirim diye babam dükkanın anahtarlarıyla vurdu kafama… 8 dikiş attılar… Abime bakan Rasiha Hanım hala ölünce, eniştem onu eve yolladı. Sürtüşmeler arttı. İzmir’de yaşayan amcam ‘Madem bu kadar haylaz yollayın Zihni’yi yanıma’ demiş. Ben de istekliydim gitmeye.
-12 yaşında tek başına vapura bindi, İzmir’e gitti
“Amcan Mehmet İhsan, İngiliz döneminde çıkardığı milliyetçi gazete nedeniyle Türkiye’ye sürgün edildi, hukuk okudu, avukat oldu. ‘Uzman’ soyadını alan da oydu. 1949’da 12 yaşında Kadeş vapuruna binip yalnız başıma İzmir’e, amcamın yanına gittim. Çok büyük hürmet gördüm orda. Ayrı odam, ayrı param… Amcamın kızı Anadolu’da hakimlik yaparken tifodan ölmüş, oğlu da askereydi...”
Ortaokulu Aydın Lisesi’nde okuyan Dr. Zihni, buranın da parlak öğrencisi.
“İlkokul İngilizcemle oradaki öğrencilerden çok daha iyi lisan bilirdim. Sınıf birincisiydim. Çarşıda gezer, amcamın yazıhanesinde avukatlarla sohbet ederdim. Çok güzel geçti günlerim. Amcamın oğlu Yusuf’la evlenen Rasiha ablam da geldi bir yıl sonra yanıma. Rasiha Hanım hala bu evliliğe çok karşı çıkmış, ‘Yurt dışına gidenleri mirasımdan men edeceğim’ demişti ama babamı kararından vazgeçiremedi. 16 yaşında Aydın’a gelin gelen ablam şimdi 87 yaşındadır. Çok da güzel bir hayatı oldu orda…”
-“Yarı ömrüm çok iyi geçti ama tıp tahsilim, az paralı ve eziyetliydi”
3 yılın ardından Kıbrıs’a dönen ve Lefkoşa Türk Lisesi’ni birincilikle bitiren Zihni Uzman, “Neden tıp…” sorunu da yanıtladı, dünyaya yeniden gelse bu mesleği seçeceğini söyledi.
“Annem, Ülkü abimi ‘Doktor oğlum’ diye severdi. Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde ticaret okudu o. Ben çocukluğumdan beri bunu duyduğum için tıbbiyeyi seçtim…
İstanbul (Çapa) Tıp Fakültesi’nde okudum. İstanbul’a ilk gidişimiz… Çok yalnızlık çektik oralarda. Bir buçuk sene kadavralarda çalıştık. ‘Ben bu işi yapamayacağım’ dediğim zamanlar da oldu. Senede bir defa gelebilirdik Kıbrıs’a. Dakota uçaklarla yolculuk başlayınca vapur dönemi kapandı. Ben tıbbiyeye gittikten sonra babamın işleri bozuldu, siyasetle ilgilendi, ticareti ihmal etti…”
Dr. Zihni, önce babası Hasan Fahri’yi, sonra da annesi Seniha Hanım’ı kaybettiğini söyledi, “İkisinin de cenazesine katılamadım” dedi.
“Babam bir hafta içinde sarılıktan öldü. 60 yaşındaydı. Tıbbiyede öğrenciydim, küçük kardeşim Rifat 8 yaşındaydı. Babamı kaybedince maddi yönden daha da sıkıştık. 18 bin Kıbrıs Lirası alacağı vardı sağdan soldan...
Kız kardeşlerimden Bahire, Ankara Dil Tarih’te, Huriye de Siyasal Bilgiler’de okurdu. Huriye üniversite tahsiline devam edemedi babam ölünce. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olan kardeşim Rifat’ı da tıbbiyede ben okuttum…
Ben yetişene kadar bize Ülkü abim baktı. Ticaret Dairesi’nde memurdu. Ayda 200 lira yollardı bana. Ya yurda, ya okula, ya travmaya, ya yemeğe vereceksin. Yarı ömrüm çok iyi geçti ama tıp tahsilim, az paralı ve eziyetliydi. İstanbul Çapa Tıp Fakültesi’ni birincilikle bitirdim ama ihtisas yapamadan dönmek zorunda kaldım. Abim evlenecek, para yok, kardeşler arkadan yetişiyor… Babamdan 8 yıl sonra da annemi kaybettik. 61 yaşında yumurtalık kanserinden öldü...”
-Dr. Zihni artık pratisyen hekim…
Dr. Zihni 24 yaşında ülkeye dönerek pratisyen hekim olarak Lefkoşa Genel Hastanesi’nde 15 Kıbrıs Lirası maaşla çalışmaya başladı. Zamanla maaşı arttı, hükümet ona bir de araba aldı.
“Makarios, nöbetçi olduğum bir akşam hastaneye geldi. Elini uzattı, öpmedim… Cikko Manastırı’ndaki papaz adayları ishal olmuş. Doktor istedi… Zırhlı bir polis arabasına bindirip manastıra götürdüler beni. Bütün ışıklar sönük, her yer EOKA’cı, her yer silah… Yemekten zehirlenen o çocukları el feneriyle muayene etmiştim…”
Sadece Lefkoşa’da değil, diğer kasaba ve köylerde de görev yaptı Dr. Zihni. Toplumlararası çatışmaların başladığı yıllarda pratisyen mücahit olarak helikopterle bir köyden diğerine gitti, yaralıları da yine helikopterle Lefkoşa’ya gönderdi.
“Köfünye’de (Geçitkale) 5 yıl, Luricina’da (Akıncılar) 3 yıl görev yaptım. 45 gün de Baf’ta kaldım. Türkiye’nin gönderdiği komutanlardan birini vurdular Köfünye’de. Köyde değildim. Komutanı Limasol’a, Dr. Halim’e götürdüler. Başım belaya girdi, Luricina’ya yollardılar beni. Orası da muhavere altında…
Her gittiğimiz yere biraz para ve telsiz malzemesi götürürdük. Baf’a gideceğimde ‘Yanında bir şey taşıma’ dediler. Tam gittik, o gün Fuat Türköz’ü vurdular. Kan verdik, serum verdik, yarasını pansuman ettik helikopterle Lefkoşa’ya yolladık ama kurtulamadı…
Bir yaralıyı tedavi etmem için Baf’tan Vretça’ya (Dağaşan) gitmem istendi. Nasıl gideceğiz? Uydurma bir zırhlı arabayla… Rumlar durdurdu bizi yolda… ‘İn aşağıya be Osmanlı doktoru’ deyip hakaret etti. Birleşmiş Milletler’e ‘Dönüşte doktoru bize teslim edeceksiniz’ dediler. Vretça’dan yaralıyı helikoptere bindirdik, işimizi bitirdik. BM askerleri ‘Korkma seni teslim etmeyiz’ dedi ve başka yoldan döndü…
-Cengiz Topel’in naaşını teslim aldı
Annem kanser olmuştu... ‘Beni artık Lefkoşa’ya gönderin’ dedim. Öyle geldim Lefkoşa’ya. Sigara Fabrikası hastane oldu… Gündüz poliklinik yapar, gece nöbet tutardım… Cengiz Topel öldürüldü. Türkiye dayattı, BM bize verecek Topel’in naaşını…‘Bir doktor teslim alsın’ dediler. O gece de nöbetçi ben. Cengiz Topel’i ben teslim aldım. Tırnakları sökük, kolları kırık… Bin bir eziyetle öldürülmüş…
Kaymaklı düştüğünde Gönyeli’den Hamitmandrez’e (Hamitköy) kara yoluyla giden doktor da bendim. Her yer yanar... Ruso öldürüldü. En az bin kişi yerlerde, çadırlarda, camide, okulda... Ben de onlarla birlikte bir sınıfta kaldım. Küflü müflü ne bulduysak yerdik.”
Pratisyenliğinin çok başarılı geçtiğini, çok da yaralıyı tedavi ettiğini söyleyen Dr. Zihni, “Meraklı bir doktordum…” dedi, dahiliye veya çocuk hastalıkları ihtisası yapmak isterken neden cildiyeyi seçtiğini anlattı.
-“İhtisasım başarılı geçti… Zeki, cesur ve atılgandım”
“Lefkoşa Genel Hastanesi’ndeyken İngiltere’de çocuk ihtisası yapmak için başvurdum, sıram da geldi ama olaylar çıkınca kaldık.
Dahiliye okumak istedim kontenjan açılan dallar arasında kadın doğum, röntgen, fizik tedavi, cildiye ve üroloji varmış. Cildiye aklımda yoktu ama onu seçtim. İhtisasım başarılı geçti… Gureba Hastanesi’ndeki cildiye konsültasyonlarına hep ben giderdim. Başasistan Türkan Saylan’dı. Başka asistanlar da vardı ama ben zeki, cesur ve atılgandım… Hocam, Prof. Dr. Osman Yemni ‘Mücahit’ diye seslenirdi bana. Osman Hoca, bir gün ‘Mücahit şu hastaya git bir bak’ dedi. Dahiliyenin en büyük hocası Ordinaryüs Profesör Ekrem Şerif Egeli ‘lenfoma’ teşhisi koymuş, ‘cildiye de görsün’ demiş... ‘Bu lenfoma değil, cüzzamdır’ dedim. Ben yine o saldırgan Zihni… Darmadağın oldu hocalar. Osman hoca, ‘Mücahit hasta lenfomaysa senin ihtisas yarı buçuk kalacak… Tahlilleri yap, teşhisini ispatla’ dedi… Hasta cüzzamdı. Bizden sonra gidenlere de derslerde ‘Genç mücahit doktorun teşhisi’ diye anlatırlarmış bunu.
Kral olmuştum artık ihtisasta. Hocalarım da kalmam için ısrar ederdi ama burslu gittik, mecbur döneceğiz. Kız kardeşim evlenecek, benden para beklerler. Rifat’ı okutacağım...”
-“Gayet sosyal, renkli bir hayatım oldu”
3 yıllık ihtisastan sonra Kıbrıs’a dönen Dr. Zihni, Lefkoşa Devlet Hastanesi’nde çalışmaya başladı, klinik açtı, uzun süre de tek cildiye uzmanı olarak görev yaptı. Emekli olduktan sonra da her gün kliniğine gitmeye devam eden ve şimdi 85 yaşında olan Dr. Zihni Uzman, sadece buradaki hastalara değil, Türkiye, İngiltere ve Güney’den gelen hastalara da baktığını söyledi. “Meşakkatli ama mesleğimi seviyorum. Sağlığım elverirse 90 yaşına kadar hasta görmek isterim” dedi.
Gençliğinde futbolla da ilgilenen Dr. Zihni, Yenicami Spor Kulübü’nün idare heyetinde de yer aldığını söyledi ve “Gayet sosyal, renkli bir hayatım oldu…” diyerek özetledi bekarlık günlerini.
-1 kızı, 3 torunu var
35 yaşındayken Eczacı Ayfer Hanım’la hayatını birleştiren, 1 kız, 3 de torun sahibi olan Dr. Zihni, evlilik hikayesini de anlattı.
“Kızkardeşim Bahire, ‘Halide Hanım’ın eczacı bir kızı var, iyi de bir aile… Bir görüşün’ dedi. Ayfer’i daha önce görmemiştim. Bir komşu evinde uzaktan uzağa konuştuk. Yaş farkı da var… Ailede bu işe karşı çıkanlar oldu. 6 ay uğraştım… Meşakkatli oldu kızı almamız.
Üniversite son sınıftı. İkinci kez görüşemeden imtihanlarını vermeye Ankara’ya gitti, döndüğünde nişan olduk. Annesi, mezuniyete birlikte gitmemize müsaade etmedi. Yıldırım nikahı kıyıp gittik Ankara’ya, dönünce de düğünü yaptık. Gayet mutluyduk. Kızımız Halide doğunca daha da mutlu olduk. Birlikte çalıştık, gezip tozduk. Çin’e kadar gittik. Hâlâ birlikte çalışıyoruz…”
-“Maalesef cinsel yolla bulaşan hastalıklar arttı”
Ve cildin Uzman’ına, mesleğindeki ilk günlerden bu güne kadar gördüğü cilt rahatsızlıklarıyla ilgili son soru…
“Her türlü mantar hastalıkları, alerjik hastalıklar, mikrobik deri hastalıkları hâlâ en sık gördüğüm cilt hastalıklarındandır. Maalesef cinsel yolla bulaşan hastalıklar da arttı… HPV virüsü çok baş ağrıtıyor…”